Diyabet'in Gölgesinde Yaşamak: Bir Diyabet Hastasının Deneyimleri
Tahlil.com okurlarından Hale Kasımlı'nın diyabet hastalığına dair yaşadığı izlenimlerini okurlarımızla paylaşıyoruz.Bir hastanın ağzından diyabet hastalığı ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Diyabet hastalığına dair bilmek istediğiniz ve merak ettiklerinizi bir de bir diyabet hastasının gerçek ve yaşanmış deneyimlerinden anlamaya çalışın.
Sizler de hastalıklar hakkında deneyimleriniz ve sağlıklı hayata dair yazılarınızın Tahlil.com'da yayınlanması için [email protected] adresine yazabilirsiniz.
Diyabet'in Gölgesinde Yaşamak Kırkbeş yıl... Geride bıraktığım yıllar...
Hayat yolculuğunda kendimi kimi zaman bir maraton koşuyormuşçasına; kimi zaman da yola henüz çıkmış gibi hissettiğim bir yaş. Diyabetin gölgesindeki yaşamla tanışmam da işte o döneme , kırklı yaşların başlangıcına rastlıyor. Şimdi desem ki, ben arıların insanlara şifa olarak sunduğu "bal" yüzünden diyabetle tanıştım, inanabilirmisiniz bilmiyorum. İnsana garip geliyor, ama gerçek. Ve, bu gerçek belki de benim şansım oldu.
Mevsim sonbahardı. Yıllardır ekim aylarından itibaren bağışıklık sisteminin durumuna bağlı olarak tetiklenen allerjik astım sorunu yaşarım. Nitekim yine o dönemde giderek artan astım sorunu başlamıştı.
Ben de bağışıklık sistemini güçlendirmek amacı ile özel bir baldan önerildiği şekilde her sabah bir tatlı kaşığı yemeye başladım. Yaklaşık 4-5 gün sonra metabolizmamda gariplikler hisseder oldum. Üzerimde sürekli bir yorgunluk, zaman zaman da uyku hali,açlık hissi,aşırı susuzluk, ağızda acılık, baş ağrısı, bazı bölgelerde kaşıntılar,dikkat dağınıklığı, konuşurken kelimeleri karıştırmak gibi doğal olmayan semptomlar ortaya çıkmıştı. Bazen kendimden geçiyor, veya oryantasyonumu kaybediyordum.
Örneğin, bir gün ütü yaparken, oturduğum yerde elimde sıcak ütü ile uyuya kalmış; başka bir seferde ise çay saatinde kek yerken elimdeki sıcak çay bardağı ile içim geçivermişti. Araba kullandığım bir gün kendimi hiç ilgim olmayan bir yolda buldum. Oraya nasıl geldiğimin hiç farkında değildim. Gerçekten sıra dışı şeyler yaşıyordum.
İzleyen günlerde bir aile toplantısında uzman hekim olan kardeşime son günlerde yaşadığım gariplikleri, zaman zaman nasıl sanki bedenimden can çekiliyormuş gibi hissettiğimi anlattım.O da bu sorunların diyabeti çağrıştırdığını belirterek beni belli bazı kontrolleri yaptırmaya yönlendirdi. Sonuç : Halk dilinde "gizli şeker" olarak bilinen Glikoz Tolerans Bozukluğu'na bağlı olarak ortaya çıkan hipoglisemi atakları, diyabet öncesi dönem !..
Henüz şeker hastası değildim; ancak metobolizmamda insülin direnci gelişmişti ve pankreas bünyedeki insülin dengesini ayarlayamıyordu. O nedenle de sık sık hipoglisemi atakları yaşıyordum. Böylelikle bir "bal kürü" hikayesi zaten genlerimde var olan diyabet yatkınlığını erken dönemde ortaya çıkarmış, beni daha dikkatli ve belli bir program dahilinde yaşamaya sevk etmişti.
Aslında bu son kaçınılmazdı. Eninde sonunda ben bu gerçekle yüzyüze gelecektim. Çünkü babam da bir diyabet (Tip II) hastasıdır. Ancak, belki de ancak daha ileri yaşlarda farkına varılabilecekken, bu şekilde diyabet metabolizmamda ve bedenimde çok daha ciddi hasarlara yol açmadan hayatımın bir parçası, yaşamımın bir dönüm noktası oluverdi.
Ben o zamana kadar bu tarz sıkıntıları hiç yaşamamıştım. Zaten tatlıya aşırı bir düşkünlüğüm yoktur. Tatlı yerdim, ama kararında. Kilolu bir insan da değildim. Her gün sabah-akşam 45 dakika kadar yürüyüş yapardım. Genelde düzenli olarak günde 3 öğün yemek yerdim.
Her ne kadar öğle saatlerinde yemek yerine meyve, yoğurt, müsli tarzı gıdaları tercih etsem de öğün atlatmazdım. Dolayısıyla diyabet düşüncelerimde bana çok uzaktı. Ama, hayat bana bir sürpriz hazırlamıştı. Böylelikle diyabetin gölgesinde bir yaşam başladı. Beraberinde yüksek tansiyon sorununu da getirdi ki, daha önceki dönemlerde tansiyonum dikkat çekecek kadar düşük seyrederdi.
O günden sonra tatlıya veda ettim. Öğün sayısını da 6'ya çıkardım. Şekerli hiç bir şey yememe kararı aldım. Açlığa hiç bir şekilde dayanıklılığım kalmamıştı.
Yakınlarım durumu abarttığımı söylüyorlardı, ama yaşadığım bazı kötü deneyimler beni yaşamın kıyısına getirmişti. Diyabetin gölgesinde tatlıdan uzak bir yaşama mahkumdum. Çünkü o süreçte abartmamak adına yaptığım küçük kaçamaklar beni yine kötü etkilemişti.
Artık tatlı lezzetlere yaşamımda yer yoktu. Hayatın hazlarını başka tatlardan almak zorundaydım. Öğünleri hiç aksatmıyor, ana öğünlerde mutlaka yemek yiyor, ara öğünlerde meyve ve süt ürünlerine yer veriyordum. Brunch tarzı yemek kültüründen uzak durmam gerekiyordu.Yoksa beraberinde hipoglisemiyi getiriyordu. Bitki ve meyve çaylarına ağırlık verdim. Şekeri tamamen kestim. Diyet ve kontrollü bir beslenme programı izlemem neticesinde bir süre sonra hayatım normalleşti. Metabolizmamı tekrar kontrol altına alabilmiştim. İzleyen dönemde belimden bir ameliyat geçirmem gerekti. Günün erken saatlerinde ameliyata alındım. Başarılı bir operasyondan sonra kendime geldim. Narkoz nedeni ile henüz bir şey yiyemiyordum. Neticede açlığa dayanamamış ve tam kendimden geçmeye başlamıştım ki, durum ablamın farkına varması ile ancak dekstrozlu serum verilerek tekrar kontrol altına alınabildi.
Böylelikle bir daha ki ameliyatlarıma girmeden önce durumumu doktorlara bildirip gerekli önlemlerin alınması gerektiğini de öğrenmiş oldum. Benzer bir olayı ileriki bir dönemde yurtdışında yaşadım. Paris'te idik; tur umduğumdan uzun sürdü, ve öğle yemek saatini kaçırdım. Çantamda atıştırmak için bir şeyler vardı, ama yetmedi. Bir restoran bulup yemek yiyene kadar bilincimin bulanmaya başladığını, yerin ayaklarımın altından kayıp gittiğini hatırlıyorum... Açlık benim korkum olmuştu. Evet, ne olursa olsun öğün saatlerini kesinlikle atlamamak zorundaydım. Bu benim hayatımın kaçınılmaz bir gerçeği idi. Her ne durumda olursam olayım, yemeğimi zamanında yemem gerekiyordu. Ve, hayatımın bana sunulmuş en büyük ödülü... Yaşamak ve yaşatmak !!!
Bir aralar babam sağlık problemleri yüzünden bizim evde kalıyordu. Bir gün aniden fenalaştı. Belirtiler bende hipoglisemi krizini çağrıştırmıştı. Doktorlara da danışarak hemen bir kan şekeri ölçüm aleti edindim ve şeker kontrollerine başladım. Normalde şekeri yüksek çıkan babamın değerleri çok düşük seyrediyordu. Ara sıra şekerli su ve kesme şeker vererek duruma müdahale etmeye çalışıyorsam da bir türlü normal değerlere ulaşılamıyordu. Uzun bir bekleyişten sonra, vakit gece yarısını geçtiğinde durumun kontrolden çıktığına karar vererek onu hemen hastaneye yetiştirdim. Hastanede bile babamın şekerini ancak sabah 7 sularında kontrol altına alabildiler ve hastaneye yatmasına karar verildi. Böylece anladım ki, hipoglisemi öyle yeri geldiğinde birkaç kesme şekerle baş edilebilecek bir sorun değilmiş. Ayrıca her diyabet hastasının mutlaka bir şeker ölçüm aleti bulundurması gerekiyormuş. Şeker koması riskine karşı da tıbbi yardım şartmış.
Sonrasında babamı hastaneye yatırabilmek için gerekli bürokratik işlemlerin yürütülmesi, evden gerekli kişisel eşyaların getirilmesi derken öğlen saati oluvermişti...
Kendimi düşünecek durumum yoktu. Dolayısı ile o koşuşturmaca içinde bisküvi, sandviç türü şeylerle öğünleri geçiştirmek zorunda kaldım. Her şeyi yoluna koyduktan sonra eve dönmek üzere hastaneden ayrıldım. Hatta, ne olur ne olmaz diyerek önce bir tost yedim ve öyle yola çıktım. Ama, maalesef bu yeterli olmadı. Ana yolda kendi kullandığım otomobilimle evime doğru giderken, bir de baktım ki, farklı bir yola girmişim. Paralel yolda tekrar hastane istikametine gidiyorum. Oraya hangi sapaktan, nasıl çıktığımın farkında değildim. Hemen aracı sağa çektim. Biraz dinlenip kendimi toplamaya çalıştım. Bu arada yemek için bir şeyler araştırdım. Çevrede yiyecek alabileceğim hiç bir yer yoktu. Allah'tan arabanın içerisinde kurumuş bir yarım simit ile yarım şişe su buldum. Onlarla biraz güç kazandım. Tekrar kendimi toplamıştım. Zaten eve de az bir mesafe kalmıştı.
Arabayı çalıştırarak yola koyuldum; tali yollardan evime giden ana yola çıktım. Nitekim kısa bir süre sonra eve giden sapağa varmış ve "Oh" diyerek derin bir nefes almıştım. Ama sonrası yok !.. Köprüden indiğimi hatırlıyorum. Derken bir patlama duydum. Ne oluyordu ? Baktım, önümde birbirine geçmiş iki araba duruyor, benim arabamdan ise dumanlar çıkıyordu. Bomba mı patlamıştı ?
Durumu bir türlü kavrayamıyordum. Çevreden insanlar koşup gelmiş bir şeyler anlatıyorlardı. Ama ben hala ne olup bittiğini anlayamıyordum. Nelerden sonra durumu kavrayabildim.Köprüden indikten sonra kendimden geçmişim ve direksiyon hakimiyetini kaybederek kaldırım kenarına park edilmiş iki arabaya çarparak durmuşum. Allah'tan arabalar boşmuş. Yoksa hayatımın en ağır bedelini ödeyebilirdim. O zaman anladım ki, hayat insana her zaman böyle şanslar sunmayacaktır. İnsan hangi durumda olursa olsun, kendi gerçeğini bilerek bilinçli hareket etmeye mecburdur. Eğer o esnada araba köprüden aşağı uçsaydı, ya da çarptığım arabaların içinde insanlar olsaydı, veya seyir halindeki başka bir arabaya çarpsaydım, ben bu durumun altından nasıl kalkardım?
Herhalde ben artık hiç bir zaman eski ben olamazdım. Kazadan sonra hastanede yapılan türlü nörolojik, kardiyolojik vs. araştırmalarda glikoz tolerans bozukluğuna bağlı hipoglisemi dışında başkaca bir sorun saptanmadı. Böylelikle bu kazayı dersler almış olarak, hafif yaralarla ve bir diz ameliyatı ile atlatmış oldum.
Bütün bu deneyimlerden sonra şu noktaya geldim : Evet, ben bir klasik diyabet hastası değilim. Ama biliyorum ki, kontrolü elimden bırakırsam çok kısa zamanda insülin kullanmak zorunda kalacağım. Çünkü tıbbi bulgular bunu gösteriyor.
Yaşadıklarım ise yaşam kontrolünü elden bırakmanın hem birey, hem de başkaları için olumsuzluklar yaratabileceğinin kanıtıdır. Hayat insanlara her zaman aynı şansları vermez. Bizler bu gerçekleri göz önüne alarak hayatımıza yön vermek zorundayız.
Yaşantımızda beslenme ve aktivite konularında ihmallere yer vermemeliyiz. Hem beslenme programlarımızın içeriği, hem de zamanlama her zaman için hayatımızın odak noktasında yer almalıdır. Tatlıdan uzak durmak, az ve sık yemek, öğün atlamamak, fiziksel aktivitelerde bulunmak gibi sıralanabilecek konular özellikle benim gibi diyabet öncesi dönemi yaşayan insanlar için hayat kurtarıcı olabilir.
O nedenle diyorum ki : Diyabet korkmamamız gereken, önlenebilir bir hastalıktır. Çünkü bu sorunla baş edebilmek için kontrol bizim elimizde bulunmaktadır. Ne zaman ki oyunu kuralları içerisinde oynamaz, uzmanların önerilerini es geçerek içimizdeki haz dürtülerine yenilirsek , o zaman çanlar bizim için çalacaktır. O nedenle kontrollü ve dengeli bir yaşantı sürdürmek zorundayız. Hepimize yaşam boyu sürecek uzun yolculuğumuzda sağlıklı ve bilinçli yıllar diliyorum.
Bu konuya dair bir sorunuz varsa siz de uzmanlarımıza 7/24 Soru sorabilirsiniz. Soru sormak için buraya tıklayın.
Yorumlar
Yorum |
---|
Lütfen sadece konu ile ilgili yorumunuzu yazınız. Cevaplanmasını istediğiniz sorularınızı uzmanlarımıza burayı tıklayarak sorabilirsiniz.